18 Ocak 2011 Salı

Platonik Aşk (Grup Yağmur-Yoruldum)

Platonik aşk; nerede,ne zaman, nasıl karşınıza çıkacağı belli olmaz.Bazen bir durakta,bazen bir büro,bazen de fatura sırasında :) aşktanda öte bir şeydir bu platonik aşk.Tabi şimdilerde kısa ve uzun süreli olarak değişiyor.Bazen bir günde unutuyorsunuz,bazen de seneler geçmesine rağmen hala unutmazsınız.
[flv]http://video.ak.facebook.com/cfs-ak-snc1/22836/134/72/102373473118192_7891.mp4[/flv]
İşte Yağmur grubuda platonik aşkı işlemişler “yoruldum” adlı şarkılarında.
O şarkının sözleri:
gün gelir gidersin elbet
zaten alıştı gönlüm uzaktan sevmeye
sende git şimdi ardına bile bakmadan
eğer dönersen bilki ben orda olmam
çünkü yoruldum artık çok yoruldum artık
yoruldum peşinde koşmaktan yoruldum bu platonik aşktan
allahım yarat beni baştan yeniden sevdirme beni
yoruldum peşinde koşmaktan yoruldum bu platonik aşktan allahım yarat beni baştan yeniden sevdirme beni
gün gelir seversin elbet zaten avuttun gönlüm beni boşyere
sende git şimdi ardına bile bakmadan
eğer dönersen bilki ben orda olmam
çünkü yoruldum artık çok yoruldum artık
yoruldum peşinden koşmaktan yoruldum bu platonik aşktan allahım yarat beni baştan yeniden sevdirme beni

Seyirlik Değil Ömürlük Olsun(Hoşgeldin)

Bir düğünde Gelinin Damada yaptığı süpriz.Süpriz ise Sezen Aksu’nun “Hoşgeldin” adlı parçasını düğündeyken söylüyor.Güzel bir sesi var gelinin.Farklı bir tat katmış sanki parçaya.Hoşgeldin adlı parçayı bu gelinden sizde dinleyin yorumlarınızı bekliyorum.
[flv]http://video.ak.facebook.com/video-ak-sf2p/v22832/166/114/102969989725701_24665.mp4[/flv]
Hoşgeldin adlı parçanın sözleri:
hiç ummazdım oldu sonbaharda
hediye gibi geldin hoşgeldin
seyirlik değil ömürlük olsun
dilerim bu defa bu son olsun
seyirlik değil ömürlük olsun
bir yastıkta nasip olsun
gel koynuma gel boynuma gel
akşam gözlü esmer…
safa geldin son ihtimalim
bir sana kalmış halım
hoşgeldin..
seyirlik değil ömürlük olsun
dilerim bu defa bu son olsun
seyirlik değil ömürlük olsun
bir yastıkta nasip olsun
gel koynuma gel oyunuma gel
akşam gözlü esmer..

Sezen Aksu “Hoşgeldin”

Sezen Aksu “Hoşgeldin”

Duygusal bir parça klipte slaytlarla desteklenmiş, hoş bir görüntü sağlanmış.Zaten ses mükemmel olunca şarkıda güzel.Derin hayallere daldırabilir sizi bu şarkı.Videonun altında verdiğim şarkı sözlerine bakabilirsiniz.(Not: Şarkıyı dinlerken kendinizden geçebilirsiniz şarkıya eşlik etmemenizi öneririm :) )
[videofile]http://video.ak.facebook.com/cfs-ak-ash1/27610/000/481/390233978040_8018.mp4[/videofile]
İşte bu anlamlı şarkının sözleri :
hiç ummazdım oldu sonbaharda
hediye gibi geldin hoşgeldin
seyirlik değil ömürlük olsun
dilerim bu defa bu son olsun
seyirlik değil ömürlük olsun
bir yastıkta nasip olsun
gel koynuma gel oyunuma gel
akşam gözlü esmer…
safa geldin son ihtimalim
bir sana kalmış halım
hoşgeldin..
seyirlik değil ömürlük olsun
dilerim bu defa bu son olsun
seyirlik değil ömürlük olsun
bir yastıkta nasip olsun
gel koynuma gel oyunuma gel
akşam gözlü esmer..

Onur Akın – Seviyorum Seni

Onur Akın – Seviyorum Seni
İşte parça bu diyebilirsiniz.Ne güzelde söylemiş Onur Akın; seviyorum seni ekmeği tuza banıp, banıp yer gibi…
Okuldaki müzik desinin en iyi yanı buydu.Bu tarz müziklerin bize öğretilmesi.İnsanı alıp götürüyor.
[videofile]http://video.ak.facebook.com/cfs-ak-ash1/27601/000/443/367339379209_41492.mp4[/videofile]
Şarkının sözleri:
Onur Akın – Seviyorum Seni
Seviyorum seni ekmeği tuza banıp
Banıp yer gibi
Geceleri ateşler içinde uyanarak
Ağzımı dayayıp musluğa
Su içer gibi
Ne zaman seni düşünsem
Bir ceylan su içmeye iner çayırları
Büyürken büyürken görürüm gülüm
Her sabah her akşam seninle
Yeşil bir zeytin tanesi
Bir parça mavi deniz alır beni
Seni düşündükçe gül dikiyorum
Ellerimin değdiği yere
Atlara su veriyorum
Daha bir seviyorum dağları gülüm
Her akşam seninle
Yeşil bir zeytin tanesi
Bır parça mavi deniz alır beni

Cerkez Oset: Aşk Öldürür !‏

Siz hiç aşık oldunuz mu ?
Gözlerine baktığınızda koptumu içinizde en sert fırtınalar,
Bir öpücük,bir sarılma size dünyanın en değerli hazinesinden daha büyük mutluluk verdi mi ?
Elleriniz uyuşup,Kalp atışlarınız bazen kaybolup bazen yerinden çıkacak bir hale geldi mi ?
Peki ya üşürken yandınız mı kar soğuğunun yaktığı gibi.
Evet tüm bunları hissetmiş olabilirsiniz ancak az sonra yazdıklarımı okuduktan sonra şunu diyebilirsiniz.Ben aşık olmamışım…
Aşk’ı daha çocukluğumda önce öğretmenime sonra sınıf başkanına aşık olduğumu sandığım zamanlarda tanımıştım.
Platonikti ne kadar mutlu etse de bir o kadar can acıtan yanları vardı.
Derken zaman ilerliyordu.Aşk veya sevgi kavramı artık maddeninde etkisine katılıyordu.El ele tutuşmak el ele yürümek çok büyük anlamlar taşıyordu,zaman ilerliyordu ve üniversite yıllarına geldiğimizde aşk çok daha farklıydı, evlilik hayalleri bir ömür yaşamak hayalleri sarıyordu etrafını.
Gözlerini kapattığında onu görüyordun, adını duyduğunda televizyonda mutlu oluyordun.
Zaman ilerliyordu ve aşk artık hem bedende, hem sözde hemde maddede yaşanıyordu.Çiçeklere ya da değerli taşlardan oluşan takılara yükleniyordu aşkın büyüklük seviyesi.
Oysa ben Aşk’ı anladığımda Aşk’ın bunların hepsinden ötede olduğunu ve onun ulaşılmazlığının aslında bir o kadar da ulaşılabilir olduğunu gördüğümde her şey çok daha farklıydı.
Aşk’ı hep yanlış yorumladığımızı düşünürdüm ve zaman içinde tasavvuftaki Aşk’ı duyduğumda ön yargı ile İlahi Aşk’ın insani aşktan farklı olduğunu düşünmüştüm.
Tüm yaşantım boyunca Aşk olduğunu sandığım duyguları, yaşadıklarımı, hissettiklerimi not aldım eskiden yazdığım şiirlere bakarak değerlendirdim.
Çevremdeki aşık olduğunu söyleyen insanların duygularını düşüncelerini ve aşk olduğunu söyledikleri ilişkileri de not alıp değerlendirdim.
Aşk olduğunu sandığım her şeyin Aşk’ı taddığımda sahte olduğunu,Nefs-i olduğunu gördüm…
Aşk çok daha ötedeydi, Nefsten, maddeden, manadan çok daha ötedeydi bu yüzden Mevlana’ dan Yunus’ a o derin sevgi anlaşılamamıştı.Hep onların İlahi Aşk’ı göze gelmişti oysa Aşk’a gittikleri yol gözden kaçmıştı.
Aşk’a giden yol çok çetindi.
Önce Yüreğinde Hissettiğin, içini alt üst eden, içinde fırtınalar koparan,seni senden alan bütünlüğün anahtarını bulacaktın.
Bulduğun anahtarı sen seviyorsun diye sen hoşlanıyorsun diye değil, Onun içindeki sevgiyi hissedip onun içindeki sevginin sana kattığı gücü görüp onun sevgisiyle bütünleştirip sevgini,BÜTÜN olup atacaksın temelleri.
Yüzünün güzelliği yada çirkinliği olmayacak,Bir yüzü olmayacak,Bir saç rengi olmayacak,Bir ten rengi bir etnik ırkı olmayacak.
İyi ya da kötü huyları olmayacak, her şeyiyle sen kendin o sen olacak, bunu sen sağlayacaksın.Güzel bakışların sonsuz sevgiyle açtığın kalbin bunu yapacak ama sen bunu yaparken sadece tek bir duyguyla yaşayacaksın.Baktığın ve gördüğün her yerde O’nu görecek onu sevecek ve onun en sevgililerinden biri olmak için Bütünlüğünü sağlayan olacaksın.
Aşk’ta ikilik yoktur.İki kişisindir ama birsindir, İki ayrı duygu yaşanır ama bir merkezde toplanır aynı okyanusa akan iki dere gibisindir birinde farklı balıklar yetişir diğerinde farklı ama sonuçta ulaştıkları yer bütündür ve bütüne ulaşınca zayıflık ve ecazet yoktur….
Aşk İstemekle başlar, Dualarınla, İstek arzunla, Açlığınla seni bulur.Öylesi bir açlık oluşmalıdır ki sende susuz kalmak gibidir.Onsuz yaşayamamak gibidir, Deniz kıyısında kalıp deniz suyunu içtiğinde daha da su içme isteğinin artması gibidir.O içtiğin su sonunda seni öldürür.İşte aşk’ta da böyledir, O aşka duyduğun susuzluk suyla buluştuğunda doyumsuzluğa götürür ve doymadıkça daha fazlası daha fazlasını istersin ancak ölen sadece nefs-i duygularındır.Teslimiyetin başlamıştır.
Aşk’ta Teslimiyet vardır aynen tasavvufun 4. kapısından geçmek gibidir.Her şeyin ondan geldiğini bilip mutlu olmak vardır ve o öyle bir kapıdır ki o kapıdan sonra artık her şey çok daha anlamlıdır.
Yunusun suyun sesinde onun sesini duyması gibi sende her şeyde duyarsın artık onun sesini.Uzaklığın ya da yakınlığında bile hissedersin dokunuşlarını, hissedişlerini, özlemin asla durmaz ve özlemin içinde büyür büyür büyür.O özlem büyüdükçe gördüklerin çok daha ötelerdedir.Beynin, hayal gücünün sınırlarını zorlarcasına güçlü algılar, enerji tahmin edemeyeceğinden çok daha fazla güçlenir ve bütününe kavuştuğunda enerjin artık tüm Evreni sarıp sarmalar…
Aşk’ta Yaşam vardır.
Aşk’ı taddığında yaşadığını bilirsin.İlk defa dünyaya gelmiş gibi hissedersin kendini, her şey daha tatlıdır, anlam veremediğin seviyede mutlulukların vardır ve o mutluluklar sadece bütününü hissettikçe açığa çıkmaktadır.O hissedişler yükseldikçe anlam ve mana da daha derinleşmekte ve Alına koyduğun 3. öpücük sembolü gibi artık senin senliğin bitmektedir.
Aşk’ta Ölüm vardır.
Bütün olup yükseldiğinde, hissedişlerin artık çok daha derinleştiğinde, bütünün parçası yoktur ve sen ölmüşsündür.Çünkü artık iki ayrı bedende atmaktadır kalbin ve iki ayrı ruh iki ayrı bedene girip çıkmaktadır.Kalplerin üzerindeki sıcaklık yanardağ madeni gibi sıcaktır.Orada tüm kötülükler yok olmakta ve nefs ölmektedir…
Aşk’ta Sonsuz Güç vardır.
Aşk’ı anlamışsan, bütüne kavuşmuşsan artık ALLAH’ı anlamış ve baktığın her yerde onu ve onun kudretini, onun sevgisini, onun bilgeliğini, onun sana olan aşk’ını hissedersin, görürsün, dokunursun.
Dokunduğun beden değildir, çiçek değildir, su değildir.
Senin sen olmanı sağlayan, seni aşka taşıyan taşıtlardır gördüklerin.Ne kadar derinlemesine bakarsan o kadar derinlerinde Allah adını görürsün…O adı gördükçe, o anda teslim olursun iki bedende bütünleşmiş iki ruhtan oluşan tek parça ile (AŞK’LA).
O zamandan sonra artık zaman yoktur, madde yoktur, nefs yoktur, sen yoktur.Sadece Yaşadığın Aşk.Seni ve senin bütününü yaratıp sana veren Gerçek AŞK vardır.İşte O Allah’tır.
İnsani Aşk’ın senin ilkolulun gibidir.Orada öğrendiklerinle platonik aşkı yaşarsın.
Aşk’ı anlamaya başladığında lise seviyesindesindir ve artık ellerini bırakmak istemezsin.
Bütününe ulaşıp Aşk’la buluştuğunda, büyümüşsündür, öpersin sarılırsın bırakmamacasına.
Olgunlaştığında ise artık bilgeleşmişindir.Aşk tek gerçeğindir, bütünün senin yaşam kaynağın ve Aşk’a giden yola çıkmışsındır artık.
O yolda gidip yolun sonunda ölmek varabileceğin en güzel yerdir.
Aşk’a ulaşmak öldürür, öldürdüğü yerde cennetin kapılarını açtırıp sonsuz mutluluk için diriltir…
Aşk’la Ölmek Dilegiyle.
Aşk’la…

Furkan – Aşksın Sen (Havuç) Şarkı sözleri ve Klip

Havuç lakabı ile özdeşlediğimiz Furkan çok güzel bir şarkıya klip çekmiş izlemenizi tavsiye ederim.Altta…

Bak başı var ne sonu belli değil,
Yağmur bereketi çökmüş aşkın üstüne,
Tenim deli olmuş teninin tiryakisi,
Kıramam zincirleri çıkamam bu aşk kafesi,
Bir sonu olmalı her yıldız bir gün söner,
Bir sonu olmalı tükenir her özlem,
Sen erimeyen kar tanesi sen,
Çiçeklerin prensesi sen,
Vazgeçtikce büyüyen,
Aşksın Aşksın sen
[flv]http://video.ak.facebook.com/video-ak-sf2p/v22832/52/72/102921286397199_33083.mp4[/flv]

13 Ocak 2011 Perşembe

Murathan Mungan – Yalnız Bir Opera (Aşk Şiirleri)

Murathan Mungan – Yalnız Bir Opera (Aşk Şiirleri)


Efkarlıyım…Bu kez durumlar karışık, bu kez zor, bu kez farklı…Çalacak parça bulamazsın, bulamazsın…
Aşk varsa şarkıda vardır…
Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
Oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
İmrendiğin, öfkelendiğin
Kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
Yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
Dile dökülmeyenin tenhalığında
Kaçırılan bakışlarda
Gündeliğin başıboş ayrıntılarında
Zaman zaman geri tepip duruyordu.
Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
Başlangıçta doğruydu belki.
Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
Günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren,
Büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin.

Yaz başıydı gittiğinde, ardından,
Senin için üç lirik parca yazmaya karar vermistim.
Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
Yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
Kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
Çerçevesine sığmayan
Munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
Lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.
Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs.
Seni bir şiire düşündükçe
Kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
Ucucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük
Usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
Belkide ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha.
Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi?
‘Eylül’de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen’ notunu buldum kapımda.
Altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve 16.04′tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran zamanı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını.

Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı.
Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay,
Alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıstı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.
Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi
bakışıyorduk.
Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.
Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
Bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.
Kış başlıyor sevgilim
Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
Oysa yapacak ne çok şey vardı
Ve ne kadar az zaman
Kış başlıyor sevgilim
İyi bak kendine
Gözlerindeki usul şefkati
Teslim etme kimseye, hiçbir şeye
Upuzun bir kış başlıyor sevgilim
Ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.
Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,
Yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak,
Camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak….
Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
Çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
İçimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun
Para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
Çıplak bir yara gibi sızlar paylastığımız anlar,
Eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
Çağrışımlarla ödeşemezsiniz.
Dışarda hayat düşmandır size
İçeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
Kulak verdiğiniz saat tiktakları
Kaplar tekin olmayan göğümüzü
Geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
Suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
Bakınıp dururken duvarlara
Boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çicek,
Unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani,
Unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında
Kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,
Başımıza gelmiş bir felakete, iskenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya
Kendimizi hazırlar gibi.
Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
Ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
Ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
Bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
O tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
Hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
Göremeseniz de, bilirsiniz
Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar.
Bana zamandan söz ediyorlar
Gelip size zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
Dahası onalar da bilirler.
Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki
hançeri çıkartmak, Yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak
kolay değildir elbet.
Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.
Zaman alır.
Zaman alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, açılar dibe
çöker.
Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.

Gün gelir bir gün
Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
O eski ağrı
Ansızın geri teper.
Dilerim geri teper.
Yoksa gerçekten bitmissinizdir.
Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi
kavranır.
Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.
Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır
Ölmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Günlerin dökümünü yap
Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
Kim bilebilir ikimizden başka?
Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
Bir ilişkiyi, duyguların birliğini,
Bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği
Yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün
Emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
Şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor
Orada olmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir işe yaramadıysa
Demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda.
Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Solgun yollardan geçtim.
Bakışımlı mevsimlerden
İkindi yağmurlarını bekleyen
Yaz sonu hüzünlerinden
Gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
Geçti her cağın bitki örtüsünden
Oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
Bakarken dünyaya
Yangınlarla bayındır kentler gibiyim:
Çicek adlarını ezberlemekten geldim
Eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
Unuttuklarını hatırlamaktan
Uzun uzak yolları tarif etmekten
Haydutluktan ve melankoliden
Giderken ya da dönerken atlanan esiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocukluklarıyla geçti
Gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
Gökummaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Yaram vardı, bir de sözcükler
Sonra vaat edilmiş topraklar gibi
Sayfalar ve günler
Işık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe…Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden.
Karardı dizeler.
Aşk…Bitti. Soldu şiir.
Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Ask yalnız bir operadır, biliyordum:
Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım.
Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
El kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
Birlikte çıkalan yolların yazgısıdır:
Eksiliyorduk
Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
Her otelde biraz eksilip, biraz artarak
Yani çoğalarak
Tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin
Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
Ağır ve acı tanıklıklardan
Geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de…
Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
Ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
Uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
Atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
Ödünç almadım hiç kimseden hicbir şeyi
Çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri…
panayır yerleri…
Ölü kelebekler…
Ölü kelebekler…
Sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
Adım onların adının yanına yazılmasın diye
Acı çekecek yerlerimi yok etmeden
Acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
İpek yollarında kuzey yıldızı
Aşkın kuzey yıldızı
Sanırsın durduğun yerde
Ya da yol üstündedir
Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
Ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
Ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı.

Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta başka türlü geçilen
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta biraz gecikilen
Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
Gözlerim
Aşkın kuzey yıldızıdır bu
Yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
İlerlerim
Zamanla anlarsın bu bir yanılsama
Ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
Yeniden yollara düşerler
Düşerim
Bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
Ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
Yaşamsa yerli yerinde
Yerli yerinde her şey
Şimdi her şey doludizgin ve çoğul
Şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
Şimdi her şey yeniden
Yüreğim, o eski aşk kalesi
Yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey Sanat! Her şeyi hayata dönüştüren.
Seygiyle kalın…

Bugünün Hatrına İki Aşk Şiiri

Okuduğum iki şiiri sizinle paylaşmak istiyorum…Ahmet Telli – Hala Koynumda Resmin ve Edip Cansever – Yerçekimli Karanfil
Ahmet Telli – Hala Koynumda Resmin
Sımsıcak konuşurdun konuşunca
ırmak gibi rüzgar gibi konuşurdun
yayla kokuşlu çiçekler açardı sanki
çiğdemler güller mor menevşeler açardı
Sımsıcak konuşurdun konuşunca
Hâlâ koynumda resmin
Dağları anlatırdın ve dostluğu
bir ceylan gibi sekerdi kelimeler
Sesini duymasam çölleşirdi dünya
dağlar yarılır ırmaklar kururdu
bulutlar çökerdi yüreğime
Hâlâ koynumda resmin

Gün akşam olur elinde kitaplar
ve bir demet çiçekle çıkıp gelirdin
bir kez bile unutmadın “merhaba” demeyi
ve en yanık türküleri nasıl da söylerdin
bir dostun vurulduğu gün
Hâlâ koynumda resmin
Kaç mevsim kırlara çıkıp
çiçekler topladık mezarlar için
Belki ürküttük tarla kuşlarını
belki kurdu kuşu ürküttük
ama aşkı ürkütmedik hiç
Hâlâ koynumda resmin

Ve hâlâ sımsıcak durur anılar
sımsıcak ve biraz boynu bükük
Ne varsa yaşanmış ve paylaşılmış
yasak bir kitap gibi durmaktadır
ve firari bir sevda gibi
Şimdi duvarlarda resmin.

Edip Cansever – Yerçekimli Karanfil
Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.

Attila İlhan – Üçüncü Şahsın Şiiri

Attila İlhan – Üçüncü Şahsın Şiiri

gözlerin gözlerime değince
felaketim olurdu ağlardım
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım
felaketim olurdu ağlardım
blokaj
ne vakit maçka’dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kuş gibi gülerdi
bir rüzgâr aklımı alırdı
sessizce bir cıgara yakardın
parmaklarının ucunu yakardın
kipriklerini eğer bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felaketim olurdu ağlardım

akşamlar bir roman gibi biterdi
jezabel kan içinde yatardı
limandan bir gemi giderdi
sen kalkıp ona giderdin
benzin mum gibi giderdin
sabaha kadar kalırdın
hayırsızın biriydi fikrimce
güldü mü cenazeye benzerdi
hele seni kollarına aldı mı
felaketim olurdu ağlardım.

İki Dev Şair ve İki Dev Şiir

Nazım Hikmet bir başkaydı o şiirleri yok mu insanı kendinden geçiriyordu…Can Yücel anlatılamaz bir şey şiirlerinde yaşarsınız…
Nazim Hikmet Ran – Mavi Gözlü Dev
O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan bir ev.
Bir dev gibi seviyordu dev.
Ve elleri öyle büyük işler için
hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan evin.
O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan eve.

Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliiiii
hanımeli
açan ev..
Can Yücel – Sevgi Duvarı
Sen miydin o, yalnızlığım mıydı yoksa
Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
Dilimizde akşamdan kalma bir küfür
Salonlar piyasalar sanat–sevicileri
Derdim gülüm insan arasına çıkarmaktı seni
Yakanda bir amonyak çiçeği
Yalnızlığım benim sidikli kontesim
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi
Kumkapı meyhanelerine dadandık
Önümüzde Altınbaş, Altın Zincir, fasulye pilakisi
Ardımızda görevliler, ekipler, Hızır Paşalar
Sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
Çöpçülerin elleriyle okşardım seni
Yalnızlığım benim süpürge saçlım
Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
Baktım gökte bir kırmızı bir uçak
Bol çelik bol yıldız bol insan
Bir gece Sevgi Duvarını aştık
Düştüğüm yer öyle açık öyle seçik ki
Başucumda bi sen varsın bi de evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.

4 tane aşk şiiri

Birbirinden güzel 4 tane aşk şiiri,Cemal Süreyya, Ahmet Kutsi Tecer, Özdemir Asaf, Cahit Külebi.Hepsi aşk adamları, şiirleri başka limanlara sürükleyecek, kendinizi kaptıracaksınız.Okurken arkada fon müziği çalmanızı tavsiye ediyorum…
Cemal Süreyya – Üvercinka
Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu
kesmemeye
Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
Afrika dahil
Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Birçok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse
değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna
diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajında akşamüstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
Afrika hariç değil
Cahit Külebi – Hikaye
Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!
Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!
Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!
Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkiyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!
Benim doğduğum köylerde
Şimal rüzgarları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!
Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
Benim doğduğum köyler de güzeldi,
Sen de anlat doğduğun yerleri,
Anlat biraz!
Ahmet Kutsi Tecer – Nerdesin
Geceleyin bir ses böler uykumu,
İçim ürpermeyle dolar:-Nerdesin?
Arıyorum yıllar var ki ben onu,
Âşıkıyım beni çağıran bu sesin.
Gün olur sürüyüp beni derbeder,
Bu ses rüzgârlara karışır gider.
Gün olur peşimden yürür beraber,
Ansızın haykırır bana: -Nerdesin?
Bütün sevgileri atıp içimden,
Varlığımı yalnız ona verdim ben.
Elverir ki bir gün bana, derinden,
Ta derinden, bir gün bana “Gel” desin.
Özdemir Asaf – Lavinia
Sana gitme demeyeceğim
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar,
Yanımda kal.
Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalan istiyorsan yalanlar söyleyeyim.
İncinirsin.
Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.

Biraz Aşk

Facebooktan dökülen incilere burada yer vermek istedim.
Bir Kadın’ın, Bir Sevgili’nin, Bir AŞK’ın Anatomisi
Bir Kadın’ın, Bir Sevgili’nin, Bir AŞK’ın Anatomisi Kozmopolit ritimlerle hayat vermeliyim sevgiye aç bir kadına Şiirsel bir yaşam tarzı ile çıkmalıyım karşısına Hiç soluklanmadan konuşmalıyım sevgi kelimelerini yutkunurcasına Bakışlarımla dokunmalıyım ba…kışlarına Aşık olmalıyım tımar edilmemiş duygularla Hakikati aramalıyım kült vari AŞK tapınaklarında Bir Kadının, bir Sevgilinin, bir AŞK’ın anatomisini bulmalıyım el değmemiş lahitlerde Miras olarak bırakmalıyım sevgiyi paryalara Umut namına yaşamalıyım bir kadının dünyasında Gözden uzak, AŞK’a tuzak kaçışların sahanlığında Yakalamalıyım sonunda Sevgiliyi AŞK tadında Bir tazarru ile seslenmeliyim saf duygularına Sadık Aşık kisvesine bürünmeliyim sadece Emre amade olmalıyım karşısında çaresizce Sonra tatlı bir buse kondurmalıyım AŞK kokan yanağına içlice.(Fatih Mehmet Mirza)
Şimdi belki benim gibi ölesiye yalnızsındır.
Şimdi belki benim gibi ölesiye yalnızsındır. Uçan kuşları gözlemektesindir tek başınaÇamların yeşiline dalmış gitmiştir gözlerin,Radyo dinliyorsundur yada susarak Bir kitabı okumaya çalışıyorsundur kim bilir…Sonsuz güzellikte bir aşk düşünüyor olabilirsi…n.Belki de anılarını deşiyorsun, bir olmazı, Bir açmazı derinden derine kurcalar gibiBir kahve içmeyi, bir elma yemeyi kurarak,Saatine bakıyor olabilirsin uykulu gözlerleÇocukların oyununa dalmış gitmiş olabilirsin.Mahpus gibi, tutsak gibi, belki kök gibiYarını olmamak gibi bir duygu içindesindir.Belki de kendini bağışlamıyorsundur.Benim hiç bilmediğim bir şeylerden ötürü.Kırık trenler gibi öylece kalakalmışsındır…Kalkıp gidip çekirdek almayı düşünüyorsundurYa da uyumak istiyorsundur her şeyi unutmak içinŞimdi Belki sende benim gibi ölesiye yalnızsındır…. (Afşar TİMUÇİN)

ÇERÇEVENİN ARKASINDAKİ MEKTUP

ÇERÇEVENİN ARKASINDAKİ MEKTUP
Karımı 1998′in sonbaharında kaybettim…
Yedi senelik evliliğimizin iki senesini kanser tedavisi için
hastanelerde geçirmiştik.
Karım her evlilik yıldönümümüzde ikimizin fotoğrafını çerçeveler
‘Bunlar bizim hayatımızın gölgeleri” derdi.
Öldüğünde yedi tane resmimiz vardı.
97′in bir gecesinde onu aldattım.
Oysa ona sürekli onu ne kadar çok sevdiğimi ve sonsuza kadar sadık kalacağımı söylerdim.
Ölmeden iki hafta önce yine aynı şeyi tekrarladım.
Tuhaf bir gülümsemeyle baktı bana ve sadece:
Biliyorum dedi.
İzmir’e kar yağdığı gün yani bir ay önce evdeydim.
Fotoğraflarımıza bakıyordum yine.
Her çerçevenin altında bir harf olduğunu ilk kez o gün fark ettim.
> > >>
> > >>A.
> > >>
> > >>R.
> > >>
> > >>K.
> > >>
> > >>A.
> > >>
> > >>S.
> > >>
> > >>I.
> > >>
> > >>N.
Gerisi için yılları yetmemişti.
Ama sanırım ”Arkasına bak” filan yazmaya niyetlenmişti.
Hemen çerçevelerin arkasına baktım.
Hiçbir şey yoktu.
Sonra bir şey dürttü beni hepsini teker´ teker söktüm.
İnanabiliyor musunuz her birinin arkasından bir mektup çıktı
Geçirdiğimiz her sene için sevgi dolu sözler yazmıştı.
1997′deki resmimizin içinden çıkan zarf ise simsiyahtı.
> > >>Ve içinden şu sözler çıktı:
14 Mart 1997/ Gözlerin bana başka birine dokunmuş gibi baktı
Söylemene gerek yok biliyorum…”
2002′deyiz.
> > >>Onu kaybedeli 4 aldatalı 5 yıl oluyor.
> > >>İçim acıyor şimdi.
> > >>Çünkü kadınlar biliyor hissediyor…

Ben Seni Sevdim

Ben senin en çok sesini sevdim
Buğulu çoğu zaman, taze bir ekmek gibi
Önce aşka çağıran,sonra dinlendiren
Bana her zaman dost, her zaman sevgili
Ben senin en çok ellerini sevdim
Bir pınar serinliğinde, küçücük ve ak pak
Nice güzellikler gördüm yeryüzünde
En güzeli bir sabah ellerinle uyanmak
Ben senin en çok gözlerini sevdim
Kâh çocukça mavi, kâh inadına yeşil
Aydınlıklar, esenlikler, mutluluklar
Hiç biri gözlerin kadar anlamlı değil
Ben senin en çok gülüşünü sevdim
Sevindiren, içimde umut çiçekleri açtıran
Unutturur bana birden acıları, güçlükleri
Dünyam aydınlanır sen güldüğün zaman
Ben senin en çok davranışlarını sevdim
Güçsüze merhametini, zalime direnişini
Haksızlıklar, zorbalıklar karşısında
Vahşi ve mağrur bir dişi kaplan kesilişini
Ben senin en çok sevgi dolu yüreğini sevdim
Tüm çocuklara kanat geren anneliğini
Nice sevgilerin bir pula satıldığı bir dünyada
Sensin, her şeyin üstünde tutan sevdiğini
Ben senin en çok bana yansımanı sevdim
Bende yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeni
Mertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdim
Ben seni sevdim, ben seni sevdim, ben seni…

Bilmeni İsterdim

Uzaklardasın şimdi, dünya kadar
Duymadım ki sesini, ömür kadar
Belki görmem yüzünü, ölene kadar
Eğer bir gün görmezsem
Seni yeniden şu hayatta
Bilmeni isterdim bir şeyi
Söylemek isterdim bir şeyi
Seni ne çok sevdiğimi
Seni nasıl sevdiğimi

12 Ocak 2011 Çarşamba

Nefes Filminin Komutanından Eşine Aşk Mektubu

Nefes Filminin duygusal sahnesindeki mektup okurken yanınızda bulunması gereken eşyalar; mendil, su…
Ağlayabilirsiniz.
”Ne zaman bir çiçek görsem kokusunu hissettiğimi söyle ona.Bir de affetsin beni”.İşte Komutanın sevgilisine, hayat arkadaşına yazdığı mektup:
Canım sevdiğim…çiçeğim…aşkım…
keşke diyemiyeceğim kadar uzağım artık.
o kadar ısıtmak istedim ki nefesimle sırtını.
Keşke yüreğine en güzel aşk şarkılarını fısıldayabilseydim.
yapamadım aşkım…kelimelerden utandım…
Ellerim ellerini sevdi çiçeğim,…
dudaklarım koynunu, gözlerim yüreğini…
o güzel,içinde güneş saklı yüreğini…
elimden birşey gelmiyor…artık çok geç…Yolların ortasında gözlerin
gözlerimi esir aldı aşkım…kapatamadım…güneş dolu yüreğine yağmurlar yağdırdım.
Affet beni…Çevremi saran bulutları dağıtmaya yetmedi rüzgarım…
sesini duyar gibiyim aşkım …
nefesim nefesine nefes katsın istedim ama olmadı.
o küçücük nefesi içine üfleyemedim.olmadı aşkım.
adının fısıldadığı masalları fısıldayamadım nefesine.
Bir varmış bir yokmuşta kaldı fısıldamam, ötesini fısıldayamadım…
Güneş dolu yüreğine yağmurlar yağdırdım…
Nefesim nefesine nefes katsın istedim olmadı aşkım….
O zilin sesini duyduğun ana lanet ediyorum….
Toprağın olmak varken mezar, güneş olmak varken gölgen oldum…..
Sen elini uzattığında kalbimi sakladım….
Aşkım seni de yanımda götürüyorum…..
O gittiğim yerde binlerce kez haykıracağım…..
Seni seviyorum çiçeğim…tek aşk vatan aşkı derdim,ama bilmezdim benim vatanım senmişsin..
“Umarım güneşli bir gün başka bir nefes daha güçlü üfler yüreğine aşkım ve ben çıkar giderim”

Sevgi Türleri (Üç Çeşit Sevgi)

Sevgi! Sevgi Nedir? Seygi’nin Çeşitleri var mıdır? Sevgi Çeşitleri? Sevgi var mıdır? En önemlisi Sevgi gerçek midir?
EĞER, ÇÜNKÜ, RAĞMEN
Japon düşünür Masumi Toyotome’nin sevgi üzerine söyledikleri.
“Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok gibidir” diye başlıyor Toyotome.
“Sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor muyuz” diye soruyor.
Sonra anlatmaya başlıyor..
“Sevgi üç türlüdür!..”
Birincinin adı
“Eğer” türü sevgi!..
Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar.
Örnekler veriyor:
Eğer iyi olursan baban, annen seni sever.
Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim.
Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim.
Toyotome,
“En çok rastlanan sevgi türü budur” diyor.
Bir şarta bağlı sevgi… Karşılık bekleyen sevgi…
“Sevenin, istediği bir şeyin sağlanması karşılığı olarak
vaad edilen bir sevgi türüdür bu” diyor yazar…
“Nedeni ve şekli bakımından bencildir.
Amacı sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır.”
Yazara göre evliliklerin pek çoğu “Eğer” türü sevgi
üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor.
Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil,
hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve
beklentilere giriyorlar.
Beklentiler gerçekleşmediğinde, düş kırıklıkları başlıyor.
Sevgi giderek nefrete dönüşüyor.
En saf olması gereken anne-baba sevgisinde bile “Eğer” türüne rastlanıyor.
Yazar bir örnek veriyor.
Bir genç Tokyo Üniversitesi giriş sınavlarını kazanarak babasını mutlu etmek için, çok çalışıyor. Okul dışında hazırlama kurslarına da gidiyor. Ama başarılı olamıyor. Babasının yüzüne bakacak hali yok. Üzüntüsünü hafifletmek için bir haftalığına Hakone kaplıcalarına gidiyor.
Eve döndüğünde babası öfkeyle “Sınavları kazanamadın. Bir de utanmadan Hakone’ye gittin” diye bağırıyor.
Delikanlı “Ama baba, vaktiyle sen de bir ara kendini iyi hissetmediğinde Hakone kaplıcalarına gittiğini anlatmıştın” diyor.
Baba daha çok kızarak, delikanlıyı tokatlıyor.
Çocuk da intihar ediyor.
“Gazeteler intiharın anlık bir sinir krizi sonucu olduğunu söylediler, yanılıyorlardı ” diyor yazar.
“Delikanlı babasının kendisine olan sevgisinin yüksek düzeydeki beklentilerine bağlı olduğunu anlamıştı!..”
İnsanlar “Eğer” türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler aslında.
“Bu sevginin varlığını ve nerede aranması gerektiğini bilmek, bu genç adamın yaptığı gibi, yaşamı sürdürmekle, ondan vazgeçmek arasında bir tercih yapmakla karşı karşıya kaldığımızda önemli rol oynayabilir” diyor, Masumi Toyotome.
İkinci türe geçiyoruz.
“Çünkü” türü sevgi.
Toyotome bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor:
“Bu tür sevgide kişi, bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır”.
Örnek mi?
“Seni seviyorum.
Çünkü çok güzelsin(Yakışıklısın).”
“Seni seviyorum.
Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki.” ,
“Seni seviyorum.
Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki..”
“Seni seviyorum.
Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar romantik yerler götürüyorsun ki.”
Yazar,
“Çünkü” türü sevginin,
“Eğer” türü sevgiye
tercih edileceğini anlatıyor.
“Eğer” türü sevgi, bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük ve ağır bir
yük haline gelebilir. Oysa zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz, hoş bir şeydir, egomuzu okşar. Bu tür, olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır. Ama derin düşünürseniz, bu türün, “Eğer” türünden temelde pek farklı olmadığını görürsünüz. Kaldı ki, bu tür sevgi de, yükler getirir insana. İnsanlar, hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek
niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin, artık ötekileri sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yaşama sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer.
Ailenin en küçük kızı yeni doğan bebeğe içerler.
Üstü açık BMW’si ile hava atan delikanlı, Ferrari ile gelene içerler.
Evli kadın, kocasının genç ve güzel sekreterine içerler.
“O zaman bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi?” diye soruyor Toyotome…
“Çünkü türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz.” diyor.
Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var…
Birincisi,
“Acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz?” korkusu.
Tüm insanların iki yanı vardır.
Biri dışa gösterdikleri.
Öteki yalnız kendilerinin bildiği.
“İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terkederlerse” korkusu buradan doğar.
İkincisi de
“Ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa..” endişesidir.
Japonyada bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü patlayan kazanla parçalanmış.Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişanı bozup onu terk etmiş. Daha acısı… Aynı kentte oturan anne ve babası, hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artık çirkin olan kızlarını. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne bina edilmiş olduğundan bir günde yok olmuş. Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Kız bir kaç ay sonra kahrından ölmüş…
Japon yazar, “Toplumdaki sevgilerin çoğu “Çünkü” türündendir ve bu tür sevgi, kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür” diyor…
Peki o zaman,
gerçek sevgi,
güvenilecek sevgi ne?
Ve işte sevgilerin en gerçeği!..
“Üçüncü tür sevgi benim
“Rağmen”‘
diye adlandırdığım türdür”
diyor yazar.
Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için “Eğer” türü sevgiden farklı bu. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp, böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için “Çünkü” türü sevgi de değil. Bu üçüncü tür sevgide, insan “Bir şey olduğu için” değil, “Bir şey olmasına rağmen” sevilir.
Güzelliğe bakar mısınız?
Rağmen sevgi…
Esmeralda, Quasimodo’yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına “rağmen” sever.
Asil, yakışıklı, zengin delikanlı da Esmaralda’ya çingene olmasına “rağmen” tapar!.. “
Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir.
Bunlara “rağmen” sevilebilir.
Tabii bu sevgiyle karşılaşması şartı ile..
“Burada insanın, iyi, çekici, zengin konum edinerek sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine “rağmen” olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor.
Bütünüyle çok değersiz gibi görünebiliyor ama, en değerli gibi sevilebiliyor.
Japon yazar
“Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur”
diyor.
“Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da ünden daha önemlidir.”
Bunu böyle olduğundan nasıl emin?
Haklı olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor..
“Şu soruma cevap verin” diyor.
“Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz?
Kendi kendinize “yaşamamın ne yararı var” diye sormaz mıydınız?
Devam ediyor Toyotome…
“Şu anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün…
Dünya birdenbire başınızın üstüne çökmez miydi?
O an yaşam size anlamsız gelmez miydi?”
“Diyelim ki sıradan bir yaşamınız var…
Günlük yaşıyorsunuz…
Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yaşardınız?”
diye soruyor ve yanıtlıyor:
“Böyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar ya da
iyice dağıtıp yaşayan ölü haline geliyorlar.”
Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor “rağmen”‘ sevgiyi…
“Bu gün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni
“rağmen” türü sevgiyi
şu anda yaşıyor olmanız ya da
bir gün bu sevgiyi bulacağınıza inancınızdır.”
Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome…
“Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor.
Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var…
Kimsede başkasına verecek fazlası yok”
diye açıklıyor…
Anlatıyor.
“Yakınımızda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini bekleriz.
Ama o da aynı şeyi başkasından beklemektedir”
Peki bu dünyada sevgi ne kadar var?
Yazara göre, açlığımızı biraz bastıracak kadar…
Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi.
Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve teşvik ediyor.
Bu minnacık tadım sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatıyor.
Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz.
Hani nerede?
Hepsi o…
Ve asıl çarpıcı cümle en sonda:
“Dünyadaki en büyük kıtlık,
“Rağmen” türü sevginin
yeterince olmayışıdır!..”

Facebookta Herkes AŞIK

Nedir bu facebookda herkesin durumunda bir şiir,kısa bir dörtlük veya kısa bir yazı var.Hepsinin ortak bir yanı var teması aşk
Aşk; onun mutlu olmasını dilemekti, onun mutluluğu için, için yana yana ondan vazgeçmekti…
İşte Facebookdan gelenler:
Acıyı susturamazsın. cünkü acı her zaman senin içindedir.
Sevgiyi unutamazsın, cünkü gerçek sevgiler unutulmaz.
Gözyaşlarını unutursun, cünkü mutlaka ardına mutluluk gelecektir.
İhaneti unutamazsın, cünkü sana hayatı öğreten bilgi olacaktır.
&
Bir eşi olmalı insanın
Rüzgar onun kokusunu getirmeli,
Yağmur O’nun sesini.
Akşam… onu görecek diye, pırpır etmeli yüreği,
Ayakları birbirine dolaşmalı heyecandan, eve dönerken,
Cennetten köşe almışçasına
Sevdiği, sakındığı, bakmaya kıyamadığı…
Her bir hücresinden aşkın fışkırdığı,
Çölde okyanusu yaşadığı bir eşi olmalı insanın!!!
Ben seni ölene dek seveceğim boş laf!!!
Ben seni sevdikçe ölmeyeceğim…
Can Yücel
&
sen hic yalniz kalmadin mi
kalabaligin icinde
derdine derman aramadin mi
siselerin dibinde
sozler sahteymis,
…cek kendini adim adim
yuzler belliymis
yagmurlarda aradigin
bulamadigin..
&
İzmir sen kokuyor (Favorim)
Sen izmir kokuyorsun
Konak iskelesindeki vapurlarda
Bir simit parçası için uçan martılarda
Hep sen varsın izmirin sokaklarında
Kemeraltı pazarındaki kalabalık sokaklarda
Aradığım birtek sen,sen varsın
İzmir sen kokuyor
Sen izmir kokuyorsun
İşte bu yüzdendir seni bulamayışım
Karşıyakadaki 06 da
Alsancaktaki bonjour da
Kaybolmuşum ben senin yolunda
Şirinyer sokaklarında izin yok
Kadifekaleye çıkıyorum yoksun
Ne olurdu izmir gibi kokmasaydın
Sen izmirin içinde sır olmasaydın
Bulamıyorum seni kahroluyorum
İzmir sen kokuyor
Sen izmir kokuyorsun
İzmir sen oluyor
Ben izmirde sen oluyorum
Ve artık ben sadece izmiri sen koktuğu için
Çok ama çok seviyorum..
Gürsel Pal

Başka Dilde AŞK (Onur’un Dilinden)

Başka Dilde AŞK (Onur’un Dilinden)

Şimdi sana anlatayım istiyorsun. Peki, tamam, kabul. Ama biraz zaman tanımalısın bana. İçimdekileri arayıp bulmam için birazcık zaman. Çünkü ben en son babamın yanında bırakmıştım sesimi. Onun benden utanan gözlerinde kalmıştı tek tek bütün kelimelerim. Annemin tek bir sözüne endeksli yaşamaya çalışırken, oğlumu koruyorum sanmalarında vazgeçmiştim insanlara güvenmekten. Ve sonra bir gün babam çekip gitti. Onunla beraber pek çok şey de ardından. En çok da sesim ve kelimelerim. Bir insan ne zaman vazgeçer kendinden bilir misin?
Şimdi sana anlatayım istiyorsun. Peki, tamam, kabul. Ama biraz zaman tanımalısın bana. Kendimi sakınıp, sakladığım sığınağımdan çıkabilmem için birazcık zaman. Kütüphaneleri bu yüzden severim ya zaten, konuşmak gereğinde bulunmaz insan. Duymanın da bir önemi yoktur. Herkes kendi dünyasında sadece kendini dinliyor, kendiyle konuşuyordur. Kimse tarafından başka gözlerle bakılmıyordur eksik yanlarına. Kimsenin yapamadıklarına dair yargısı, düşüncesi, acıması yoktur. Bir insan kendini duyabilir değil mi? Kendiyle konuşabilir de üstelik. Peki sence bir insan gerçekten kendini anlayabilir mi? Sağır ve dilsizken üstelik…
Şimdi sana anlatayım istiyorsun. Peki, tamam, kabul. Ama biraz zaman tanımalısın bana. Ben de hata yaptım, yapıyorum da hala. Kendimle yüzleşmem lazım önce. Yinelememek için belki de, yeniden başlayabilmek için, sorularımı bulup içimde, kendi kendime cevaplamam lazım. Öğrenmem lazım tüm o bakışlara, karşı çıkışlara, kayboluşlara karşı ayakta durabilmeyi. Ve öğretmem lazım önce kendime “ben” olabilmeyi. Farkındalık can acıttığı için mi kabuğuna çekilir insan? Canı ne kadar yanıyor olsa da kendi olmayı seçemez mi?
Şimdi sana anlatayım istiyorsun. Peki, tamam, kabul. Ama biraz zaman tanımalısın bana. Aşk bu ne de olsa, hiç ummadığın bir anda çıkıverir insanın karşısına. Kabuklarından sıyırmaya çalışır yavaş yavaş seni. Geçmişin dikişleri teker teker atmaya başlar. Bu yüzden korkar ya insan zaten. Vazgeçtiyse eğer çoktan, vazgeçildiyse, sesini, kelimelerini, güvenini çoktan terk ettiyse, aşkın eski yaralarını açmasıdır çekindiği. Yüreğinden korkar en çok da. Duymayan kulağından, olmayan dilinden değil de yüreğinin sevmeyi bilip bilmediğinden korkar. Sahi sessizlik bir aşkı yok edebilir mi?
Şimdi sana anlatayım istiyorsun. Peki, tamam, kabul. Ama biraz zaman tanımalısın bana. Her aşk kendine özeldir ya hani, başka türlü bir dili vardır sadece kendi kahramanlarının tam olarak anladığı ve bildiği. Dilimin döndüğünce anlatırım ben de elbette, sesimin yettiğince. Yaşadığımca bulup da bir zamanlar kaybettiğim kelimeleri yeni anlamlar yüklerim hepsine. Şimdi sana anlatayım istiyorsun. Peki, tamam, kabul. Anlar mısın peki beni tam olarak? Bence hayır…
ONUR’UN DİLİNDEN…
BAŞKA DİLDE AŞK
Yazar: Özlem Baki (beenmaya)
www.beenmaya.blogspot.com

Başka Dilde AŞK ( Zeynep'in dilinden)

Uzaktı. Gökyüzü gibi. Görebildiğin ama dokunamadığın kadar uzak. Sözün olduğu zamanlardan kalma ya tüm bu med-cezirler. Oysa ne kadar saklamaya çalışırsan çalış en iyi sen biliyordun; içindeki bütün yaraların bir adı vardı…
Yorgunum. Hem de çok…Yüreğimde ucu açık cümlelerin izleri kalmış hep. Aklımda söylendiği halde duyulmayan, duyulduğu halde anlaşılmayan, anlaşıldığı halde anlatılmayanların ağırlığı… Devrik zamanlı cümlelerde gizliymiş bildiğim tüm özneler. Ve ben bunca zamandır kelimelere yüklemişim içimdeki koskoca bir hayatı. Anlamlarına sığınıp da her birinin, yaşıyorum sanmışım. Kendimi kandırmışım. Şaşkınlığım bu yüzden…
Korkuyorum. Hem de çok…Şimdi sen o kocaman sessizliğinle dikilirken karşımda, aşk kaybolup gidiverecek ellerimden diye tüm bu telaşım. Boğulup kalıverecek her şey dilin kelimesizliğinde. Kelimesiz olmak, çıplak kalmak gibi ve her şey kirleniverecek sanki başkalarının sözlerinde, gözlerinde…Yaşanmaz, yaşatılamaz olacak, başlamadan son bulacak. Varken yok olma çabam, yokken var etme sevdam, hep bir kararsızlık sonrası, hep bir saklı zaman…Bakma cevap bekleyen gözlerinle gözlerime. Acemiliğim bu yüzden…
Biliyorum. Bir gün çekip alacağım kendimi bu eşikten, siyah beyaz zamanları ardımda bırakarak. Kendi gözlerimin rengine inanacağım önce. Kendi sözümde koyacağım noktayı, sessizliğimle öğreneceğim yeniden konuşmayı. Kendimden bakacağım içimdeki hayata. Önce kendimi yaşayacağım. Geldim bak işte, yine kapındayım. Sessiz, kırgın ama artık kararlı. Hadi yeniden al beni içeriye. Al ve susalım. Susalım ve yaşayalım sil baştan. Başka dilde, başka aşkta…Aşk’la yaşayalım.
Hala orada olduğumu biliyorum, tam orada; yüreğinde. Hala burada olduğunu bildiğin gibi, tam burada; yüreğimde… Tüm bu yaşananlara inat, gelip de yüreğine sığınmam işte bu yüzden…
ZEYNEP’İN DİLİNDEN…
BAŞKA DİLDE AŞK

Yazar: Özlem Baki (beenmaya)
www.beenmaya.blogspot.com

Başka Dilde AŞK

Başka Dilde AŞK
Konusu :
Senaryosu, oyuncu kadrosu ve ilklere imza atan prodüksiyonuyla şimdiden gündem yaratan ve ilgi odağı olan Başka Dilde Aşk, 46. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde de büyük ilgi görmüş, Kent Konseyi Seyirci Ödülü’nü kazanmıştı. 20 – 22 Aralık tarihleri arasında düzenlenen 4. Uluslararası Bursa İpekyolu Festivali’nde ise hem seyirciler hem de eleştirmenlerden “tam not” alan Başka Dilde Aşk, “En İyi Kadın Oyuncu/Saadet Işıl Aksoy” ve Ulusal Altın Karagöz Uzun Metrajlı Film Yarışması SİYAD Ödülü’ne layık görüldü.
İşitme engelli bir gencin çağrı merkezinde çalışan bir kıza aşık olmasını şiirsel bir dille anlatan film, aşkın hiçbir engel tanımayacağını birbirinden ilginç anekdotlarla Beyazperde’ye aktarıyor.
Başka Dilde Aşk, işitme engelliler için Türkçe altyazılı olarak 18 Aralık’ta vizyona giriyor. Film, bu yönüyle de Türkiye’de bir ilke imza atmış olacak…
Türü : Aşk, Dram
Yönetmen : İlksen Başarır
Görüntü Yönetmeni : Hayk Kirakosyan
Müzik : Erdem Yoruk, Uğur Akyürek, Erdem Yörük
Yapımcı : N. Bunhan Bengi, Murat Şenol, Cihat Bakır
Senaryo : İlksen Başarır, Mert Fırat
Resmi Sitesi : http://www.baskadildeask.com/
Oyuncular : Saadet Işıl Aksoy , Mert Fırat, Emre Karayel, Lale Mansur , Timur Acar ,Ayten Uncuoğlu, Metin Coşkun, Şebnem Köstem, Tuğrul Tülek ve Tuna Kırlı
[vimeo]http://vimeo.com/8020672[/vimeo]

Başka dilde aşk filmi; bir ilke imza atarak 8 ödül almayı hak kazandı.Aşk filmi seyretmek isteyenler için güzel bir film.

Başka Dilde AŞK (Kamuran'ın Dilinden)

Karanlık bıçak gibi. Sert ve keskin. Her saplanışında biraz daha gömüyor geçmişe. Her saplanışında kan lekeleri gibi dökülüyor kelimeler; yazıldıktan sonra buruşturulup atılacak kağıtların üzerine. Oysa ben aşk şiirleri yazan bir şair olmak isterdim, bilirsin. Unutmak için, içinde birikenleri bir apartman boşluğuna atarak öldüren bir katil değil. Ama olmadı. Bir avcıydı zaman ve geçmişimden yakalanmıştım ben ona. O günden beri de esir kaldım ellerinde…
Hayat böylesine ağır aksak ilerlerken akmayan bir zamanın içersinde, sonra bir gün aşk geldi. Kelimeleri olmayan bir adamla, kelimelerden yorulmuş bir kadının aşkı geldi ve kapı komşum oldu bir anda. Bu bir işaretti belki de, bu bir şifa, bu aşkın iyileştirici yanıydı. Bu bir iyi niyet, bir hayra yorma, bu zamanın zamansızlığında yelkovanla akrebin tekrar ilerlemek adına gösterdiği bir çabaydı. Bu benim yok sandığım içimdeki hayatın, bana varlığını yeniden hatırlatmasıydı. İşte o gün fark ettim ki; benim unutmak için öldürmeye yeltendiğim kelimeler yeniden hayat bulmuştu başka bir aşkın dilinde. Başka dilde bir aşk; beni kendimle yeniden buluşturmuştu, tanık ederek kendine…
Şimdilerde; içimdeki hayata uzattım ellerimi yeniden. Dışımdaki hayata yenilmemek için önce kendimden yola çıkmalıyım, anladım. Bu yüzden yeniden başladım hayatla gevşeyen bağlarımı düğümlemeye. Sadece senin için. Sadece kendim için. Ama asla unutmak için değil. Unutmak diye bir şey yoktur çünkü. Ve affetmek de…İşte sırf bu yüzden, akreple yelkovana yardım edip, içimdeki zamanı yeniden şimdi’ye kurmam lazım. Belki böylece kelimelerime sahip çıkıp, bir gün gerçek bir şair olabilirim. Ve belki bir gün gerçekten yazabilirim içimde taşıdığım aşkı, sadece senin dilinde…
KAMURAN’IN DİLİNDEN…
BAŞKA DİLDE AŞK
Yazar: Özlem Baki (beenmaya)
www.beenmaya.blogspot.com

Seninle Olmak

Seninle yaşamak!
Seninle yaşamak dört mevsimi aynı anda yaşamaya benzer ve hepsinden ayrı ayrı tat almaya benzer.İlkbahar’da çiçeklerin kokusu içine işlermiş gibi seninle göz göze gelmek.Yaz yağmurumunda beraber yürümek; el ele yürümek, yarına hasta olacağını bilsende inadına daha fazla yürümek ve bundan olabildiğince keyif almak.Seninleyken vakit; bir kış sabahının ayazında kalkıp hızlı bir şekilde giyinmek gibi çok hızlı tükenir.Saate bakarsın inanamazsın bu kadar saatin nasıl geçtiğine.Oysa daha yeni merhaba dememişmiydik? Henüz daha yeni başlamamış mıydı her şey? Sonbaharı da yaşamak; yaprakların dallarından ayrılması, yani yaprakların dökülmesi gibiydi elvadamız.Her şeye rağmen hep giderken dediğin söz “TEKRAR GÖRÜŞÜRÜZ”.İşte beni tek teselli eden buydu…
Seninle Yaşlanmak!
Seninle hayatımı geçirirken yaşlanır mıyım? Hiç sanmam hep genç kalırım.Ruhumda gönlümde genç kalır.Tabi görüntümüz değişecek ikimizinde yanakları kırışacak-hep diyorsun çok güldük , ağlayacağız diye- , seninleyken mutlu olmamak olur mu hiç ? Olmaz…
Seninle olmak mucizelere inanmaktır, seninle olmak gerçek aşka inanmaktır.
Aşkla…
Ulaş İ. Bilgin